« Anasayfa | Künye | Arşiv 18 Mayıs 2024, Cumartesi
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> Metinler ]

Yeni Yüzyılda Türk Öyküsü / Cem Ergener

01.04.2000 - 16:00

Günümüz Türk Öyküsü üzerine konuşabilmemiz için, öncelikle bu dönemin zamansal sınırlarını çizmemiz gerekir. Günümüz öyküsü hakkında yapılan konuşmalarda, yazılan yazılarda, "90'lı yılların ortalarından itibaren" ibaresi sıklıkla kullanılmaktadır. 90'lı yıllarda yayınlanan öykü kitaplarının yıl yıl sayılarına bakıldığında bu ifadelerin gelişigüzel ifadeler olmadıkları görülecektir. Zira Türk Öyküsünün başlangıç tarihi sayılan 1870'ten 1989 yılına kadar 1300 küsur kitap yayınlanırken, 1990 ile 2003 yılları arasında 1000 küsur kitap yayınlanmıştır. 1990'lı yıllar Türk Öyküsünün sayısal açıdan ikiye katlandığı yıllar olmuştur. 1996-2000 yılları arasında yayınlanan öykü kitabı sayısı 414 iken 1990-1995 yılları arasında yayınlanan öykü kitabı sayısı 356'dır. Son üç buçuk yılda ise 338 öykü kitabı yayınlanmıştır. Medyatik ifadesiyle söyleyecek olursak, bu nicel "patlamanın" sebepleri neler olabilir?

1. 80'li yıllar, insanların kendilerini ifade edebilecekleri araçlar açısından büyük yoksunluk içerek yıllardır. İnsanlar susmuş, susturulmuştur. Buna karşılık 1990'lı yıllarda şiddetli bir anlatma ihtiyacı doğmuş olabilir.

2. 90'lı yıllar ülkemizde ve dünyada kapitalistleşmenin hızlandığı, modern yaşamın insanları daha sıkı bir baskı altında tutmaya başladığı yıllar olmuştur. Bu durumun doğurduğu iletişimsizlik, mutsuzluk insanları anlatma, yazma edimine doğru itmiş olabilir.

3. Öykü 90'larla birlikte daha da hızlanan, daha da hareketlenen hayatımızın devingenliğine, parçalanmışlığına, hızlılığına denk düşmektedir.

4. Ayrıca öykü, yaratım süreci açısından da yazarların gündelik yaşamlarına uygunluk arz eder. Gün boyunca edebiyat dışı koşuşturmaların içerisinde boğulan yazar/bireyimiz için, öykü uzun bir zaman dilimi, uzun bir emek istememektedir. Yani roman gibi uzun vadeli bir çalışma değil, bir oturuşta kotarılabilecek bir üründür.

5. Bu yıllarda yayınlanan öykü dergileri, ya da öyküler de yayınlayan edebiyat dergilerinin de etkisi büyük olmuştur. Ve yayıncılığın kolaylaşması, hızlanması, ucuzlaması da öykücü sayısını artıran etkenlerdendir.

6. Son olarak, Türkiye'de, 90'lı yıllarla birlikte, "patlamayan" fazla bir şey kalmamıştır ki... Televizyon, radyo, dergi, gazete, köşe yazarı, üniversite, yayınevi, "sanatçı", holding, romancı, siyasi parti...

Nicel yükselişinin sebepleri üzerinde konuştuğumuz Günümüz Türk Öyküsü, acaba ilerde bir dönem olarak anılmasını sağlayacak karakteristik özelliklere sahip midir? Bu sorunun cevabını araştırırken, bize en çok, bu dönem öykücülerine yöneltilen eleştiriler yardımcı olacaktır sanıyorum. Bu eleştirileri, bu konuda görüş beyan eden yazarlardan alıntılar yaparak örneklemek istiyorum.

Adnan Özyalçıner: "Öyküye öykü yazmak için başlıyorlar. Altyapıları yok. Düzenli, sıralı okumamışlar. Günümüz yazarlarından birini alıyorlar. Onlar gibi yazmak istiyorlar."

Hüseyin Su, "Dil ve üslup yabancılaşması, gibicilerin ortaya çıkması, tarihsel izleğe ve duyarlığa uzaklaşılması, tahkiye birikiminden faydalanıl-maması, her duygulanmanın, her yazılanın öykü olabileceğinin sanılması..." gibi eksiklerden bahsediyor.

Semih Gümüş: "Bu öykülerin başat özelliğiyse, öykü kişilerinin hiç konuşmaması ya da çok az konuşmasıdır. Karşılıklı konuşmaların olmadığı yüzlerce, binlerce öykü yazılıyor... Genç öykücülerin yazdıkları yalnızca kendilerini tedirgin ediyor. Kendisiyle baş başa kalmakla yetinen genç öykücü, başkalarının dünyalarında yaşamaya gönül indirmiyor."

Füruzan: "Yeni öykücüler arasında dikkatimi çeken genel özellik, bir iki adın dışında, kapalı bir anlatımla daha çok biçem arayışlarının öne çıktığıdır."

Necati Güngör: "Neden hayatın bu kadar dışındalar, soyutlanıyorlar toplumdan, anlamakta güçlük çekiyorum. Eski yazarları da okumuyorlar. Hikaye yazmaya oturdukları zaman, bunu nasıl yazacağız sorusunun cevabı kafalarında muğlak."

İnci Aral: "...öyküye heveslenen, öykü yazan çok. Ama genelde bugün yazılan öyküler insanımıza özgü durum ve davranışların gerisinde dolaşıyor. Ona sırtını dönüyor ve kimlik kazanamıyor. Genç öykücüler dar yaşam alanlarına kapanarak yalnızlaştılar. Pusulasız kalarak dilsizleştiler. Kurmaca, yapay, yaşamayan, özentili ve yarı medyatik bir öykü dili oluştu. Kime, neye olduğu belli olmayan eleştirel bir tavır, arayış sıkıntıları ve sözcüklerin ardına gizlenme..."

Yurdaer Erkoca: "Hepimizin sokaktan koparıldığı, koparılmaya çalışıldığı bir çağda, tabii ki edebiyatımız sokaktan koptu."

Tahsin Yücel: "...büyük çoğunluğu yazının her şeyden önce bir dil olduğunu bilmez görünüyor ya da kendi dillerini şimdilik kuramamış durumdalar. Kimi fazla savruk, kimi da gazeteci dilini kullanıyor."

Muzaffer Buyrukçu, "Yeni dönem öykücülerini beğenmiyorum. Hücreleri, derisi öldürülmüş, mıymıntı bir dille oluşturmaya çalıştıkları metinlerden (öykülerden değil), hiç tat almıyorum... " demiş ve genç isimlerin yazdıklarını "...Marcel Proust kopyası, postmodern taklidi, yapıları, içerikleri, tipleri yabancı..." olmakla eleştirmiş.

Feridun Andaç: "...önceki dönem öykücülerle bir çoğunun pek bir alışverişi/hesaplaşması yok. Ayrıca işin teknik yanını bilememe(kteler)."

Selim İleri: " Yeni yazarlarımız geçmişin Türk yazarlarını okumuyorlar, önemsemiyorlar. Kötü çevirilerden esintiler günümüz Türk hikayesinin ciddi sorunu... Özenti silinince ve Türkçeye önem verilince hikayemiz soluk alabilecek..."

Erdal Öz: "...marjinal yazarların etkilerine yöneldiler. Ya ülke dışından Borges'ten, Joyce'tan, Faulkner'dan çıktılar yola, ya da ülke içinden Bilge Karasu'dan, ve nedense Oğuz Atay'dan. ... Türkçeyi doğru dürüst öğrenemeden sözde dil oyunları yapmaya kalktılar, kurgu denilen şeye inanmadılar ya da her savrukluğu kurgu sandılar."

Adalet Ağaoğlu: "Geçmişte hayat yavaştı, sessizdi, hikayeler de yavaşlığın yardım etmesiyle anılarla yüklüydü. Şimdiyse hayat, çabuk, gürültülü, ... onun için yazılanlar da, acele, köşeyi çabuk alma gibi hızlı, karışık..."

Ahmet Sait Akçay, genç isimlerin, klasik öykü dilinden bir yarar ummama handikapı içinde olduklarını, fazlasıyla biçimsel kaygılara sahip olduklarını, gözleme dayanmaktan, dışa açılmaktan çok kendi içlerine kapandıklarını, öykü kişilerinin çok fazla flu resmedildiğini, olay ya da durum anlatmaktansa kendilerini anlattıklarını belirtiyor.

Bu alıntılardan ve belki burada alıntılayamadığımız görüşlerden hareket edecek olursak, genç hikayecilere yönelik eleştiriler şöylece maddelenebilir:

1. Genç öykücüler Türk Öykü geleneğinden faydalanamamaktadırlar.

2. Sokağı, toplumu anlatmamakta, kendi iç dünyalarına kapanmaktadırlar.

3. Geniş anlamıyla donanımsızdırlar.

4. Biçimsel deneyler yapmakta fakat bu denemelerin altını dolduramamaktadırlar. Herhangi bir duygulanma, anı, günce, mektup karşımı metinler öykü zannedilmektedir.

5. Türkiye gerçeğinin çok gerisindedirler.

6. Yalnızlık, cinsellik, içki, bohem yaşam, diyalogsuz anlatılar, tanımsızlık, anlamdan kopuş, bunlara paralel olarak meselesiz olmak... bu dönem öykücülerinin özellikleri gibi durmaktadır.

7. Öykülerde anlatılan hayat, öykülerde anlatılan kişiler bizim kişilerimiz değildir. Yabancıdır, sentetiktir.

8. "Dil"leri özentili, özensiz, ya çok basit, ya çok deneyseldir.

9. Öykü bu yazarların en azından bir kısmı için bilinçli bir edebi tercih olmaktan ziyade kendilerini ifade edebilecekleri herhangi bir tür gibi durmaktadır.

Burada alıntılanan eleştirilerin tümüyle haklı olmadığı söylenebilirse de, farklı imzaların, farklı platformlarda ve farklı zamanlarda birbirlerine benzer cümleler kurmuş olmaları bu manzarayı yorumlayabilmemiz açısından önemlidir.

Bu eleştiriler bizlere şu iki hususu açıklama zorunluluğu doğuruyor:

1. Eserleri üzerinde konuştuğumuz genç öykücülerin önemli bir bölümü, 1970'li yıllarda doğmuş, 1980'li yılların apolitik/suskun ortamında dünyaya uyanmışlardır. Tüketimin, kapitalizmin, bireyci yaşamın, modanın, marka giyinmenin, kendine konforlu, rahat, fiyakalı bir hayat kurmanın yaşamın gayesi haline getirildiği bir dönemde, 90'larda genç olmuşlardır. Saklambaçlı, körebeli, çelik çomaklı bir sokağa değil, bilgisayar oyunlarına, atari salonlarına, McDanold's'lara, sinemalara, televizyona kapatılmış bir hayattır onlarınki. Her kuşak kendi öyküsünü yazar. Her kuşak kendi gerçekliğini yaşar. Dolayısıyla 1940, 1950 yıllarında doğmuş ve şimdikinden çok başka bir hayat yaşamış yazarların, bu dönem gençlerini anlamaları pek kolay olmayacaktır. Bunları, genç imzalara yöneltilen eleştirileri cevaplamak için söylemiyorum. Üzerinde konuştuğumuz geniş hacimli bütünü anlamlandırabilmek için söylüyorum.

2. Genellikle belli dergilerin ya da yayınevlerinin ortaya koyduğu ürünler üzerinden eleştiri yapıldığı için, kimi edebiyat dergilerinde uzun senelerden beri öykü yayınlamış, ya da çok sayıda öykü kitapları yayınlanmış yazarların dikkate alındıklarından kuşkuluyum. Yukarıdaki eleştirilere karşı bir cevap gibi duran genç öykücülerimiz de var ve sayıları hiç de az değil. Fakat Türkiye'de öykü ya da öykü kitabı yayınlayan dergilerin, yayınevlerinin aynı dikkatle izlendiğini zannetmiyorum. İddia edildiğinin aksine, öyküsünde "mesele"leri olan;, Türkiye realitesini tinerci çocuklardan, islami cemaatlere kadar uzun bir yelpazede işleyen; öykünün sağlam bir kurgulama işi olduğunu bilen; yalnızlık, cinsellik, içki, bohem gibi konulardan öte, hayata, sokağa, topluma yönelerek öykünün olmazsa olmaz şartı "başkasını anlatmak" eylemini başarıyla gerçekleştiren öykücülerimiz de var. Ve bunları "istisna" diyerek geçiştiremeyiz.

Günümüz Türk Öyküsü üzerine konuşabilmemiz için, öncelikle bu dönemin zamansal sınırlarını çizmemiz gerekir. Günümüz öyküsü hakkında yapılan konuşmalarda, yazılan yazılarda, "90'lı yılların ortalarınd  
MetinlerTümü »
» İkiz Yörünge Üstü Bir Cambazın Tek Seferlik Dansı / Mehmet Uğraş
» Durak / Suat Alan
» Meydan ve Kahvehane / Necip Mahfuz'dan Çeviren: Yusuf Sami Samancı
» Mutluluk Hastalığı / Necip Mahfuz'dan Çeviren: Murat Göçer
» Fazilet Mükâfâtı / Reşat Nuri Güntekin (Çevrimyazı: Elif Hafsa)
Türk Şiir AnıtlarıTümü »
» Şeyh Galib
» Taşlıcalı Yahya
» Ahmet Haşim
» Namık Kemal
» Mehmet Akif Ersoy
Edebiyat MasasıTümü »
» Geçen Ay Edebiyat: Kasım-Aralık 2009 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Mart-Nisan 2009 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Ocak-Şubat 2009 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Aralık 2008 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Ekim-Kasım 2008 / Elif Hafsa Katırcı

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!