"Gerçekten derdi olan, 'hasret' der inler, 'vuslat' der acı çekerdi. Ne derdi olursa olsun, onu söylemeye, yazmaya mı özenirdi hiç? Derdiyle şaşırır, öylece sessiz sedasız, hayran kalıverirdi. Derdinin yalan olduğu onu dile getirmek istemesinden belli. İnanmayın, kapılmayın bütün o şairlerin dediklerine, hepsi yalandır, sevgi de yoktur, dert de yoktur, sevginin, derdin verdiği neşve de yoktur." diyor Ataç. Aslın da haksız da sayılmaz hani. Derdi hasret, vuslatı gerçek olan insan yazamaz. Güneşin tutulması gibi tutulur dili, burkulur yüreği, tıkanır, boğazına bir şeyler düğümlenir, susar, yazamaz. Gam rüzgarları, onun yapraklarını bir bir yere düşürmüştür. Kelimeleri tıpkı bir yaprak gibi gömülür toprağın bağrına. Ses vermez olur artık. Dağlar yas tutar bu acı yakarışa. Çok söz söylemek isteyen bir dilsizdir sanatçı.
Kalp ibrişimlerinin düğümünü çözmeye takati kalmamıştır söz ustasının. Çaresiz elini böğrünün üstüne koyar, acıyla sessiz feryatlar atar.
Makber şairi şöyle der:
"Şiir tam yazılacağı an kalemin yere atılıp kırılması ile ortaya çıkar." Yani onu dile getirememe, gün ışığıyla buluşturamamadır. Tadılmamış bir zevk olarak şairinin dimağında kalır. Ağaçlar, çiçekler hatta bülbüller dahi lal kesilir. Aşkın ise zaten dili yoktur. Sevmek de neymiş, ne haddimize! Sevgiyi yaşamayanın onu anlatmaya çalışması, gece karanlığında yol bulmaya çalışması gibidir.
"Gerçekten derdi olan, 'hasret' der inler, 'vuslat' der acı çekerdi. Ne derdi olursa olsun, onu söylemeye, yazmaya mı özenirdi hiç?