"Asalet onun özünde vardı ve tanımlanamazdı... Eğer kaderinde olsaydı, dünyanın en büyük kraliçelerinden biri olabilirdi." Osmanlı'nın son hanım sultanlarından, son halife Abdülmecit Efendi'nin kızı Dürrişehvar Sultan için söyler bunları İngiliz diplomatı Philip Manson. Evet, prensesin kendi vatanından sürgün edilen bir kaderi vardır ve bu kader, hilâfetin ilgasından sonra Uzak Asya'da şekillenen bir "keder sathı"na dönüşür. Gittiği yerde yabancılığını hiçbir dünya nimetinin gidermeyeceği bir Hint prensiyle evlenir Dürrişehvar Sultan ama İmparatorluğa ve payitaht İstanbul'a duyduğu, asil kanıyla beslenen o irsi özlem, hiç dinmek bilmez.
Sibel Eraslan'ın son kitabı Kadın Sultanlar'daki son öykünün özeti böyle. Dürrişehvar Sultan'ın sürgünlüğü, milletimizin iki yüz yıllık makûs talihinin boğucu atmosferine, kesif geçmişine dair -görebilenler için- zihin açıcı işaretler barındırıyor. Halide Edip de zihnindeki bir fotoğrafından yola çıkarak, Bellini tarafından çizilen Fatih Sultan Mehmed'in o meşhur resmine benzetir Dürrişehvar Sultan'ı. Yeni kurulan TC'nin milli mücadelede verdiği emeğe rağmen bir türlü anlaşamadığı ve sürgüne gönderdiği Halide Edip de, bu asalet kaydını hatıralarıyla düşüyor tarihe...
Asıl olan ve gözden kaçırılan, yıkılan bir imparatorluğun enkazının ardında böylesi insan teklerinin yaşadığı trajedidir belki de. Devletin kaderine yön veren insanların, gün gelince hakimiyetleri altındaki devletin kendi kaderlerine hükmetmesi.. Asaletin trajedisi, asil ve köklü bir imparatorluğun son günlerini saran hüzünle yürümektedir kol kola. Kronolojik bağıntıya ve tarihsel rakamlara itibar eden tarihin acımasızca körleştiği, görmediği kişisel hikâyelerde saklı trajedi. Genellemeci teorileri ve kaba saba varyantlarıyla 'tarih'in tutumu, bir insan hayatının 'yıkım'ı karşısında fevkalade soğuk kalır. Nitekim 'ulusal tarih' denen demode şeye eklemlenmiş resmi tarih, kararttığı insan teklerinin hayatından söz etmemekte kararlıdır!
Kadın Sultanlar'a Bakmak...
Tabii ki elimizdeki kitapta yalnız hüzünle malul hayatlar söz konusu edilmiyor. Söğüt'te başlayan ve yedi cihanın hâkimiyetine uzanan bir iktidar serüveninin görünmeyen kahramanları, kadınlar... İçlerinde Osman Gazi'nin hanımı Malhun Rabia Sultan'dan tarihçilerin gözdesi Hürrem Sultan'a pek çok kadına rastlıyoruz. Kadın ile iktidar arasındaki var olduğu iddia edilen o mahrem ilişkinin şifrelerini çözmeye de yeltenmiyor yazar kesinlikle. Bir kadının kaleminden "önemli" kadınların renkten renge bürünen, kimi zaman aydınlanıp kimi zaman kararan hayat öykülerini okuyorsunuz yalnızca. Yine ancak kadın duyarlığıyla keşfedilebilecek özel alanlarda okuruna mihmandarlık yaptığı için bir şükran borcumuz var yazara.
Kuşkusuz Eraslan'ın kitabı, salt bir tarih kitabı değil ve romansı anlatımı güçlendiren tasvirlerden, öykülemelerden oluşuyor. Belki bu cepheden 'postmodern' bir hava taşıdığı söylenebilir. Dikkatle bakıldığında, modern okurun zararlı okuma alışkanlığını tahkim edecek bir 'aperatif'ten çok, merak kaşığının ağır ağır sallanacağı besleyici bir yemeğe benziyor. Kişi merkezli anlatımın ürüne bir popülerlik kazandırdığını inkâr etmiyorum; ama tarihe yönelik ciddi soruların hammaddesini de böyle kitapların karşılayacağı umut edilmelidir.
Kadın Sultanlar, Sibel Eraslan, Selis Kitaplar, Temmuz 2007, 184 sayfa.
"Asalet onun özünde vardı ve tanımlanamazdı... Eğer kaderinde olsaydı, dünyanın en büyük kraliçelerinden biri olabilirdi.