« Anasayfa | Künye | Arşiv 19 Mart 2024, Salı
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
İki Nokta Üst Üste
Esma Ürkmez
Matbaadan Tanıtıma Koş!

Yeşilde Durmak
Hale Sert
Kanaviçe

Olay Yeri İnceleme
Zehir Hafiye Battal Küttab
Tezekten Terazi ya da Çok "hit" Alan Hep "tıklanan" Yazı Budur!

[ Kitap -> Halep&Arşın ]

Hrant Dink Sonrası "Yitik Yürek" Tartışması

29.01.2007 - 13:07

» Hrant / Etyen Mahçupyan (21 Ocak 2007 - Zaman)
» Melâlin Hükümsüzleştirilmesi / Alev Alatlı (25 Ocak 2007 - Zaman)



· HRANT / ETYEN MAHÇUPYAN

(21 Ocak 2007 - Zaman)

Önceki gün, 19 Ocak 2007, yüreğimi kaybettiğim gün... Onunla nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. İşin garibi Hrant da hatırlamıyordu. İlk karşılaşmamızda birbirimiz hakkında ne hissetmiş, ne düşünmüştük bilmiyorum.

Birlikte epeyce çaba harcayıp, on yıl kadar öncesinin olaylarına döndüğümüzde de bulamamıştık o ilk izlenimlerin izini. Sanki bir anda yoğunlaşmış olan ve o yoğunluk içinde geçmişi silmiş bir bağımız vardı. Arkadaşlığımızı kendi irademizin dışında bize 'verilmiş' bir lütuf gibi yaşadık ve tadını çıkardık. Gittiğimiz yerlerde ve dost sohbetlerinde aramızdaki karakter farklılığına karşın ilişkimizin yoğunluğu gündeme geldiğinde Hrant işin keyfini çıkararak konuşmayı durdurur ve, "O benim aklım, bense onun yüreğiyim." derdi.

Dün ben yüreğimi kaybettim... Hrant'ı tanıyanlar değil sadece, onu televizyonda bir kez izleyenler bile, o yüreğin çapını fark etmişlerdir. Hrant'ın gidişine bugün yürek dayanmıyorsa, onun yüreğinin hepimizi kucaklayacak kadar derin olmasındandır. Hrant'ın gücü böyle bir yüreği liderlik vasfıyla, cesaret ve ahlakla bütünleştirmesindeydi. Ama Hrant'ı asıl Hrant yapan şaşırtıcı, birçokları için yadırgatıcı samimiyetiydi. Bu toplumun çoktan kaybettiği, hatırlatıldığında gocunduğu, önüne çıktığında ürktüğü samimiyet... Hrant, bu özelliğiyle hepimize ahlaki bir duruşun ne olduğunu, insanın 'kendisi' olmasının nasıl bir şey olduğunu gösterdi ve gerçekte bize kendi ezikliğimizi hatırlattı. Onu hazmetmek o yüzden kolay değildi. Sırf varlığıyla ve apaçık insani duruşuyla Türkiye'yi utandıran adamdı o...

Öte yandan Hrant'ı izledikçe, yanında oldukça gelen sağaltıcı etkiyi fark eden, insanlığını hatırlamaktan mutlu olan milyonlarla birlikte benim de yüreğim genişledi bu yıllar içinde. Aramızdaki birkaç yaş ve esas olarak karakter farklılığı nedeniyle 'büyük kardeş' olan ben, ailelerdeki ilk çocuğun hafif içe kapanık, ketum, asosyal halinden çıkarak biraz 'küçük kardeş'e benzemeye başladım. Onun kendinden emin, rahat ve en önemlisi haşarı dürüstlüğünden biraz nasibimi aldım. Ancak yüreğim tam genişlerken, şimdi kaybettim o yüreği...

Doğrusu kendimden pek emin değilim artık. Bu ülkeye, bu topluma, buradaki insanlara aynı geniş yürekle bakıp bakamayacağımdan emin değilim. Hrant'ı taşıyamayan, geçmişte her kimlikten isimli isimsiz Hrant'lara layık olamayan, bu toprakların kültürüne yabancı olmasına karşın toprağı isteyen, toprağı öylesine istediği için insanlığını unutan bir toplumda mı yaşıyorum sorusu artık kaçınabileceğim bir soru değil. Hrant, ürkek bir güvercin olmayı kabullenirken, bu topraklarda güvercine dokunulmadığına güvendiğini söylerdi. Ama bu toplum güvercinlere hep dokundu... Onları sürdü, kültürlerini ezdi, düpedüz öldürdü... Bunu en iyi bilenlerden biri de Hrant'tı elbet. Ama ah o yürek... Ah o yürek...

Bende Hrant'ın yüreği yok. Onun için kendimden pek emin değilim artık. Onun kanının yerde kalmadığını, kalamayacağını görüyorum... Çünkü şimdiden sıçradı herkesin üstüne... Hükümet, asker, yargı, emniyet ve benzerlerinden üniversitelere, medyaya ve iş dünyasına temiz kimse yok artık. Kendilerini 'temiz' tuttuklarını sananlar ve susanlar üzerlerindeki kanla baş başalar. Hrant'ta olan ve bu toplumda olmayan şeyin, samimiyetin sınavı başlıyor şimdi. Türkiye'nin insanlık sınavı bu... Böbürlenme, hamaset ve kavrukluk içinde şekillenen bir kimlikten sıyrılmanın, onu yeniden yaratmanın, iyileşmenin fırsatı belki de... Bir ülkede çoğunluk kimliği şiddete meylediyorsa, o toprağın emanetçisi kendi bahçesindeki güvercini bile yaşatmak istemiyorsa, orada hastalık vardır. Türkiye de hasta... Yürek genişliği içinde iyileşme çabalarına baktım hep. Ama bugün sadece hastalık görüyorum. Elimde değil... Yüreğimi önceki gün, 19 Ocak 2007'de kaybettim çünkü...



· MELÂLİN HÜKÜMSÜZLEŞTİRİLMESİ / ALEV ALATLI

(25 Ocak 2007 - Zaman)

Daha önce de gördüm cenazelerin kaçırıldıklarını. Tabutlara "aklî kurgular"a hizmet etmek üzere el konulduğunu; gidene yeni kimlikler biçildiğini; gaspçıların "doğruları"yla birebir örtüşürken bu yeni kimlikler, "dost"a, "dost" olmaktan alakonulabildiğini gördüm.

Gidenle yasını tutan arasındaki bağın muğlaklaştırılabildiğini, matemin marjinalleştirilebildiğini gördüm. Melâli, ne gidenin, ki bu defa giden dostum Hrant Dink'tir, ne de yüzbinlerin döktükleri gözyaşlarını anlatabildiklerini gördüm. Merhumun cenazesi henüz soğumamışken, "...Allah rızası için küsme abi, sana yalvarıyorum... size yalvarıyoum. Zaman'a yalvarıyorum ne olur küsmeyin... Sizin için dua eden milyonlarca insan var" diye çırpınan "Türk" Murat'ı, "...bu toplum güvercinlere hep dokundu... Onları sürdü, kültürlerini ezdi, düpedüz öldürdü..." kurgusuyla uzağa iten, "...bu toplumda olmayan şeyin, samimiyetin sınavı başlıyor şimdi" diyerekten sinsilikle suçlayan, Türkiye'de "sadece hastalık" görebilen, yürekleri mühürlü muhtelif mahçupyanların melâli hükümsüzleştirebildiklerini gördüm. Muhtelif mahçupyanların, nicedir yitirdikleri yüreklerinin yerine müteveffanın "güvercin yüreği"ni yerleştirmektense, kendi "akıl"larına sevdalanmalarını gördüm.

Cenazemize bizi yabancılaştıran...

O "akıllar" ki, kürsüde "Avrupa'daki Ermeni diyasporası"nın oturduğu bir mahkemede yargılanmanın "Türkler"i ne denli rencide edeceğinden bîhaber; 22 Ocak 2007 tarihli naata, "Avrupa'daki Ermeni diyasporası"nın önüne çıkıp, "Türklerin değişebilip değişemeyeceği"ni tartıştıklarını vurgulayarak başlarlar. O "akıllar" ki, salt bu itiraflarının, "biz"i cenazemize yabancılaştırması mukadder yolun taşlarını döşediğinin farkında değildirler.

1095'te Allah'ın "lânetlendiği bir ırk" olduğumuzu ilân eden Fransız Papa Urban'dan bu yana, "Avrupa"nın bin yıllık ve değişmez nobranlığından muzdarip bir halk olduğumuzu görmek istemeyenler, o "akıllar"dır. "Bakın, işte diyasporadakiler haklı çıktılar, siz Türkler değişmezsiniz" mealindeki nispet verici ahkâmı, olsa olsa çocuksu bulup, aldırmayacağımızı hesaplayamayanlar da o "akıllar"dır. Türklerin "uygarlığın getirdiği tüm yenilikler"in insanın insana reva gördüğü vahşeti dindirmeyip körüklediğini bilecek kadar eski, "yeni"nin, "hayırlı"nın eşanlamlısı olmadığını bilen, "biz"den sürgit talep edilen "değişim"in olası sonuçlarını her an irdelemekte olan, deneyimli bir halk olduğumuzu teslim etmeyenler, o "akıllar"dır. Avrupa diyasporasına "'Türkler' diye bir kategoriden söz etmenin yanlış olduğunu" hatırlatmış olmalarının, "biz"im nezdimizde münazara adabının asgari koşullarını yerine getirmiş olmalarından öte bir değeri olamayacağını kestiremeyen "akıl"lardır. Çinli, Arap, Kürt ya da Ermeni, toptancı aşağılamaların, toptancı suçlamaların tüm halklar için abes olduğunu nicedir bilen "biz"leri, "iyi Türkler de var" gibisinden bir üstenciliğin kesmiyeceğini idrak edemezler. Hal böyle olunca, mahçupyanların "babalarımız Türkler adam olmaz demişlerdi ama biz dinlemedik" mealindeki hayıflanmalarının yersizliğini de idrak edemezler.

Menfur cinayeti "Türkler"in "insanlık sınavına" indirgemenin, Dink'in hunharca katlinin "biz"de açtığı derin yarayı hakaretle azdırmak anlamına geldiğini hissetmek gerekir. "Türkler"de "böbürlenme" sandıklarının, "vekar;" "hamaset" sandıklarının, "yiğitlik iştiyakı;" "kavrukluk," sandıklarının ise "alçakgönüllülük" olduğunun mahçupyanlar tarafından sezilmesi gerekir. Vekar, yiğitlik iştiyakı ve alçakgönüllülükle "şekillenen bir kimlikten sıyrılmanın, onu yeniden yaratmanın" Türkler için "iyileşme" anlamına gelip gelmeyeceği üzerinde yeniden ve yeniden ve yeniden düşünülmesi gereken temenni olduğunun farkına varmak gerekir.

Algılamadaki olumsuz seçiciliklerinde ısrar ettikleri sürece, "bugün sokaklarda Hrant için biriken insanlar"ı doğru değerlendiremeyecek, Türklerin gözyaşlarını sahici kimliklerine değil, geçirdiklerini umdukları "değişim"e yorarak yanılacak, "benim Türklerim" ayrıştırmasının sakatlığının bedelini, "o Türk'ten içerü değişmeyen başka bir Türk mü var" tedirginliğini sürgit yaşamak suretiyle ödemek durumunda kalacaklardır.

Gözyaşlarımı helal ediyorum...

Biz "Türkler" için dahi, mesele, nicedir "'Ermeni sorunu', 'soykırım' falan değil," ifadesini "akıl" ehli Etyen Mahçupyan ile "gönül" ehli Hrant Dink'in yaklaşımlarında bulan, "iki Ermeni'nin arasındaki esas mesele"dir. Türkler olarak biz de yarınki ilişkilerimizi hangi Ermeni'nin belirleyeceğini merak ediyoruz: Yüzü Avrupalı diyasporaya dönük, yüreğini yitirmiş olan Ermeni mi, yüzü "can yoldaşlarına" dönük, yüreği yerinde çarpan Ermeni mi? "...kendi kimlik sorununu ötekine/Türklere/ yönelen bir şiddet/aşağılama, hakaret/ eylemine dönüştürerek ayinleştiren," bu tutumunu sürdürebilmek için Avrupa'nın desteğine güvenen Ermeni mi, yoksa "Türkler"e ilişkin ezberini bozmayı göze alabilecek, "değişim"den gocunmayacak olan Ermeni mi?

"Hrant'ı hazmedemeyen, onun varlığına bile tahammül edemeyen/in/ cinayete uzanan elini tutacak" halin bizde de olmadığı, günlerdir akan gözyaşlarımızın tasdikindedir. Ama 1990 doğumlu bir lumpeni "anlayacak," anlamaya çalışacak halimiz var ve olmak zorunda; çünkü, anlamak eylemi, "insanlık sınavı"nın birinci vizesidir.

Günün sonunda, Hrantlar mı, Etyenleşecekler, Etyenler mi, Hrantlaşacaklar? Türkiye Ermenilerinin "bu insanlık sınavından yüz akıyla çıkmasını diliyor," papaza kızıp, abdest bozulmaz kadim öğretisine sadık kalarak, yasımın mahremiyetine sığınıp, gözyaşlarımı helâl ediyorum.

--------------------

Derleyen: Mehmet Harmancı

Hrant Dink cinayeti sonrası Zaman gazetesinde Etyen Mahçupyan ve Alev Alatlı arasında yaşanan "yitik yürek" tartışmasını arşınlıyoruz.  
Bize GelenlerTümü »

» Kahraman Üzerine Dersler / Oğuz Karakaş
» Görsel Şiirin İlk Kitabı: Dada Korkut
» Makyaj Hatası / Yavuz Altınışık
» Oluş ve Bozuluş / İbn Sina
» Hiç / Merih Günay
"Kitap"lı SohbetlerTümü »

» Bir Kütüphanenin Serencamı ve "Yazma"ların Açılan Bahtı...
» İsmail Kara: "Türkiye'de sosyal bilimciler ilkokul düzeyinde ilmihal bilgisine bile sahip değiller!" / Röportaj: Önder Deligöz
» İletişim Yayınları Editörü Ali Artun: "Sanat hayata tekrar kök salmalı" / Röp: Barış Yıldırım
» "Surre-i Humayun'la yaşanan güzelliği yeniden yaşamak mümkün" / Röportaj: Yüsra Mesude
» İsmail Bilgin: "Safiye Hüseyin'leri Yeterince Anlatamadık"
40ikindi KitaplığıTümü »

» Işık Yanar'ın İkinci Romanı Çıktı: "Şemsiye Tamircisi"
» Bir İhtilalciden Dinlediklerim - Müfid Ekdal / Nuri Altun
» Tarihin Büyük Yalanları-Richard Shenkman / Nuri Altun
» Bütüncül Psikoterapi Ne Kadar Gerekli Ve Ne Kadar Mümkün? / Ali Ayten
» Kısa 20. Yüzyıl Tarihi: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı / Seda Yaşar

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!