İsmail Kara: "Türkiye'de sosyal bilimciler ilkokul düzeyinde ilmihal bilgisine bile sahip değiller!"
Röportaj: Önder Deligöz
03.08.2008 - 00:16
Cumhuriyet tarihinin en çok konuşulan, tartışılan hatta çatışılan konusu din meselesi. Halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkenin siyasî tarihinde İslam, bir 'mesele' durumunda. Peki, yüzyıllara dayanan toplum yapısına rağmen bu çatışmalar neden yaşanıyor? İşte bu sorunu 'Cumhuriyet Türkiye'sinde Bir Mesele Olarak İslam' kitabını hazırlayan Prof. Dr. İsmail Kara ile konuştuk.
Türkiye'de sosyal bilimciler ilkokul düzeyinde ilmihal bilgisine bile sahip değiller
Kuruluşundan günümüze kadar tek parti dönemiyle, askerî darbeleriyle, çatışmalarıyla kısa ama yoğun bir tarihi var Cumhuriyet'imizin. Bu kısa tarihin en çok tartışılan meselesi ise İslam oldu yıllarca. Peki, halkının neredeyse tamamı Müslüman olan ülkede İslam neden 'mesele'dir? İşte bu sorulara cevap Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Kara'dan geliyor. Prof. Kara, geçtiğimiz günlerde 'Cumhuriyet Türkiye'sinde Bir Mesele Olarak İslam' adlı bir kitap çıkardı. Kitapta, Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet'in ilk yıllarında katmerleşen İslam meselesi üzerinden ülkede yaşanan dönüşümü anlatıyor. Kara, "Eğer Türkiye kurucu ve yaşatıcı biricik unsuru olarak din ve İslam'la olan ilişkisini dünyanın yeni şartlarında ve tedavüle giren yeni kavramlarla bir daha kurmak ve anlamak peşinde ise en zıt fikirler dahil olmak üzere her şey ciddiye alınabilir, her tartışmaya katlanılabilir." diyor. Prof. Kara ile İslam'ın Cumhuriyet tarihi boyunca nerden tartışma konusu olduğunu, aydınların neden İslam'dan uzak durduğunu, neden din alanında güvenilir fikir adamlarının yetişmediğini konuştuk.
Kitabın adı Cumhuriyet Türkiye'sinde bir mesele olarak İslam. Yüzde 99'unu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin Cumhuriyet tarihinde İslam, neden bir mesele olarak karşımıza çıkıyor? Büyük bir tezat değil midir bu?
İslam'ın bizim topraklarımızda bir mesele oluşu kesinlikle Cumhuriyet'le başlamıyor. Dinin problem haline gelmesi Osmanlı modernleşmesi tarihine kadar çok rahatlıkla gidebilecek bir sorundur. Modernleşme dediğimiz hadisenin, felsefi olarak dinle çatışan problemli bir tarafı var. İrtica edebiyatı 31 Mart'a dayanıyor. Cumhuriyet'ten kaç yıl önce. Fakat Cumhuriyet döneminde bu problemin katmerleştiğini söylememiz lazım. Katmerleşiyor, derinleşiyor ve kuşattığı alan gittikçe genişliyor. Kitabın adında kullandığım 'mesele' çift anlamlı. Bir tarafı hakikaten İslam Türkiye'de bir problem. Bir diğer anlamı da Türkiye'de din devlet, din toplum, din birey ilişkileri söz konusu olduğu zaman da İslam'ın meseleleri var her alanda. Kitap adı olarak uzun bir ad ama yapılacak bir şey yok.
Kitabın kapağında tarihî bir cami, Türk ve Avrupa Birliği bayrağını bir arada gösteren bir fotoğraf kullanılmış. Anlamı nedir bu fotoğrafın?
Yabancı bir fotoğrafçının çalışması bu. Nuruosmaniye Camii orası. Aslında caminin de bir özelliği var. Bu camii ilk modern Osmanlı mimarisi camilerinden biridir. Bu fotoğrafı Zaman Gazetesi'nde görür görmez kestim. Kitabın basılacağı sırada da gazeteden rica edip aldım. AP muhabiri bunu çeken. Bu fotoğraf meseleye başlama açısından çok anlamlı. Çünkü tahmin ediyorum ki bu fotoğrafı gören insanların çoğu güzel bir şey görmüş hissi içerisinde oluyorlar. Cami, dalgalanan Türk bayrağı ve Avrupa flaması. Din, millet ve medeniyet. Harika. Hâlbuki ben diyorum ki insanlar biraz hafızalarını canlandırsalar bu fotoğrafı tedirginlik verici bir fotoğraf olarak da görebilirler. Bu fotoğrafın tedirginlik verici tarafını herkes örtmeye çalışıyor.
Nedir tedirginlik verici tarafı?
Bu fotoğraf, Türkiye'ye İslam'a ve Osmanlı'ya karşı oluşmuş olan Avrupa'yı temsil eden bir simgenin Türk ve Müslümanlığı temsil eden iki büyük simgenin yanına rahatlıkla dahil olabilmesidir. Yaşı müsait olanlar 20-30 yıl öncesine gitsinler. Bu fotoğrafı 60'larda 70'lerde görselerdi bugünün İslamcıları, milliyetçileri, solcuları kesinlikle tedirgin olacaklardı. Bugün ise bir rahatlık bir inşirah duyuyorlar. Fotoğraf bu paradoksu vermesi açısından anlamlı.
Kitapta meselenin en önemli sebeplerinden biri olarak din adına fikir adamlarının, filozofların yetişmemesinden bahsediyorsunuz? Zaten allanıp pullanıp din âlimi olarak önümüze konan kişileri magazin programlarının aranan aktörleri. Neden din alanında fikir adamı yetişmemiş veya yetişmiyor? İdeolojinin topluma hükmetme, yön verme arzusunun bir ayağı da bu mu?
Birçok sebebi var. Fakat en belirgin sebebi İslamiyet'in Türkiye için varoluşsal ehemmiyetinin yeteri kadar kavranamayışıyla alakalıdır. Siyasi merkez zaten 1924'ten beri daha çok dinin olumsuz etkileriyle ilgileniyor. Kısmen de alt düzeyde toplumu taşıyabilecek bir unsur olarak dinden istifade etmeye çalışıyor. Fakat bu hiçbir zaman derinliği olan bir yaklaşım tarzı değil. Bu ister istemez Türkiye'de tavrını cumhuriyet ideolojisinden yana koymuş politikacıların, aydınların, gazetecilerin din konusundaki bilgilenme ve yorum düzeylerinin zayıf kalışına sebep oluyor. Örneğin Türkiye'de din konusuyla en çok ilgilenen sosyal bilimcidir Şerif Mardin. Ama din konusundaki bilgileri açısından bir teraziye vurursanız, Batı'daki İslamoloji çalışan, şarkiyat çalışan akademisyenlere göre fevkalade zayıf bir portre ortaya çıkar. Din konusundaki bilgisi fevkalade zayıftır. İslami ilimlere vukufiyeti hemen hiç yoktur. Osmanlıcası 19. yüzyıldan geriye gitmez. Nakşibendilik hakkında yazdıkları sıradandır. Bir de siyasi merkezin din politikalarıyla, dine yaklaşımıyla problemi olan grupların diyelim ki Müslüman akademisyenlerin, İslamî fikir adamlarının, İslami düşünce sahiplerinin performansı da yüksek değildir. Bunun da ana sebebi bu grubun siyasi merkez karşıtlığıyla kendini konumlandırmış olması. Yani esas konumlandığı yer ona karşı çıkmaktır. Dolayısıyla kendisini pasif duruma yerleştirmiş oluyor. Çünkü karşıdakine göre tavır belirliyor. Bu da onun din İslam konusunda Türkiye'nin uzak yakın tarihini ve bugünkü şartları da hesaba katarak ciddi, derin yorumlar yapmasının önünü tıkıyor. Türkiye'de laikliği savunanların da laikliğe karşı çıkanların da bu konudaki performansları çok düşüktür.
Şerif Mardin örneği üzerinden özellikle sosyal bilimcilerin dini bilgisinin zayıflığından bahsettiniz. Fakat özellikle son dönemde pek çok sosyal bilimci başta başörtüsü ve dindarlık olmak üzere dini konular üzerine alan araştırmaları yapıp yayınladı. Güvenilirlik problemiyle karşı karşıyayız o zaman.
Başörtüsü, dindarlık ve siyasal İslam üzerine kamuoyu yoklamaları yapan, aynı zamanda Türkiye'nin en itibarlı üniversitelerinde hoca olan kişilerin cuma namazının cemaatle kılınmasının mecburi olduğu bilgisine sahip olmadıklarını, hazırladıkları kamuoyu araştırması kitaplarında gördük. Yani ilkokul düzeyinde ilmihal bilgisine sahip değiller. Böyle biri Türkiye'de dinin hareketleri konusunda kamuoyu yoklaması yapsa bu araştırma ne kadar güvenilir olur?
O zaman meseleye sunulacak çözüm önerilerinden belki de en önemlisi şahsi tercihleri ne olursa olsun dini bilgiye sahip fikir ve bilim adamlarının yetiştirilmesidir herhalde...
Bunun ciddiyet kazanabilmesi için bir defa şurada anlaşabilmemiz lazım. Din ve İslam, kişilerin Müslüman olup olmamalarından bağımsız olarak, Türkiye için olmazsa olmaz bir özelliğe sahiptir. Dinle alakalı olmayan hiçbir mesele yoktur. İster dindar olun ister olmayın Türkiye'de din meselesini ciddiye almadan ne akademik çalışma, ne siyaset ne de uluslar arası ilişkiler mesafe kat edemez. Bunu siyasi merkez, açıkça dile getiremez. Bunu anlıyoruz. Siyasetçiler bunu üstü kapalı olarak götürmek zorundalar. Fakat akademisyenler, fikir adamları, sanatçılar, bu konuda siyasetçiler gibi davranmak zorunda değiller. Bu konuyu çok daha ciddi ele almak mecburiyetindeler. Kendi ülkelerinde olanları anlamak ve yorumlamak için. Kendisinin dindar olup olmaması ayrı bir bahis. Bu bakımdan Türkiye bütün gruplar itibarıyla zafiyet içerisindedir.
Cumhuriyet ideolojisi, dinle arasını tamamen açmış değil!
Peki aydınlar neden dine soğuk?
Aslında 1960 ihtilaline kadar Türkiye'de eğitim almış insanlar din meselesini ciddiye alırlar. Dine karşı olabilirler fakat din meselesini ciddiye alırlar bu eğitimli kişiler ihtilale kadar. İhtilalden sonra durum değişiyor. Bugünü anlamak için de çok önemlidir. Din giderek sadece bir tarafın meselesi olmaya doğru itiliyor. Dolayısıyla da daha önceki dönemlerde dini yaşamı nasıl olursa olsun dine ciddiyetle yaklaşan insanlar bu noktadan sonra dine karşı bir tarafa doğru itiliyor. Bu bir yarılmadır ve bu yarılmayı Türkiye o gün bugündür maalesef tamir edememiştir. Bunu anlamak için örneklerden biri şu: 1940lı yıllarda İstanbul Hukuk Fakültesinin, İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen'in Hukuki İslamiye ve Istılatı Fıkhiye Kamusu kitabını basmasıdır. Yani hukuk fakültesi bu dönemde İslam hukukuyla ilgili 6 ciltlik devasa bir kitap basıyor. Bu kitabı şu anda Diyanet İşleri basamaz. Bunu basanlar, bu kitabın başına metihkar yazılar kaleme alıyorlar. Bu kişiler İslamcı falan değiller. Hakiki Kemalist insanlar. Fakat diyorlar ki Türkiye'de hukuk eğitiminin üst düzeyde olabilmesi için İslam hukukunun bilinmesi lazım.
1. Meclis'in yapısı ve sonraki yıllar bir hayli farklı. Modernleşme çabamız rotayı nerede değiştirdi?
Türkiye'de olup biten meselelerin önemli bir kısmının Osmanlı'dan itibaren devam ettiğini söylememiz lazım. Din meselesi de böyle. Yine de Osmanlı ile Cumhuriyet modernleşmesi arasında çok ciddi bir fark var. Osmanlı modernleşmesi, her halükarda Müslüman kalarak modernleşmeyi öne çıkaran bir program takip ediyordu. Cumhuriyet dönemi de ilk üç dört yılında böyledir. Yani 1920 ile 3 Mart 1924 arasında cumhuriyet ideolojisi de böyledir. Bugün söylemiyorlar ama, bütün yazışmalar, bütün mektuplar, Mustafa Kemal Atatürk'ün yazdıkları da dahil olmak üzere hilafetçi ve panislamist söylem ve politika çok açık olarak vardır o dönemde. Birinci meclis hocalarla, âlimlerle ve şeyhlerle doludur. Bu tesadüf değil. Bu kişiler milli mücadelenin kahramanları. Fakat 1924'ten sonra cumhuriyet idaresi 'Müslüman kalarak' kısmını görünür olmaktan çıkarıyor. Müslümanlığı tamamen devre dışı bırakmış değil. Çünkü diyanet işleri başkanlığının konumlandırılması, din dersleri... Aslında Cumhuriyet ideolojisi, dinle arasını tamamen açmış değil. Fakat Müslüman kalarak bir modernleşme programı uygulamaktan uzaklaşıyor.
İsmail Kara ile Röportaj: Önder Deligöz, Zaman Pazar, Sayı 83
Avrupalı bir İslamoloji uzmanının din bilgisi Şerif Mardin'den fazla...